1 Mayıs 2010 Cumartesi

Nüfusun Sağlık Üzerine Etkileri


NÜFUSUN SAĞLIĞI

Nüfusa sadece doğurganlıkla beraber insan sayısının artması olarak bakamayız. Nüfus başlı başına bir olgu, hatta kontrolü güç bir sistem biçimidir. Nüfus artışını artık bir çevre sorunu olarak görebiliriz.
Ne demek çevre sorunu? Biraz daha açalım, mesela birkaç çevre sorunu sıralayalım:

* İçme ve kullanma suyu
* Atıklar
* Gürültü
* Besinlerin sağlığa uygun hazırlanması ve tüketiciye sağlığa uygun biçimde iletilmesi
* Hava Kirliliği

Bunların nüfus artışıyla doğrudan ya da dolaylı ilişkili sorunlar olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu sorunları düşünerek bir de insan nüfusunun artışına bakalım:

Sanırım bu sorunların ne halde olduğunu düşünebiliyoruz. Bunu gibi başka sorunlarda var elbette. Tüm bu sorunların dolaylı olmaksızın direkt insan sağlığına etkileri çok düşündürücü.
Mesela hava kirliliğini ele alalım. Hava o kadar kirletildi ki küresel ısınma denen insanlık faciası ortaya çıkıverdi. Dünya sağlık örgütünün tanımladığı meşhur sağlık kavramına tam manasıyla ulaşmak için havadan başlayarak tüm çevrenin halk sağlığı yararına denetim altına alınması ilk adımlardan biri olmalıdır.
10 Aralık 1948'de yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde "Sağlık" temel bir kişilik hakkı olarak kabul edilmiştir. Dünya Sağlı Örgütünün o meşhur sağlık tanımındaki yaklaşıma uygun olarak, günümüz tıbbı, insanı, yaşamının ana rahmindeki ilk anlarından başlayarak, fiziksel, biyolojik ve toplumsal çevresiyle bir bütün olarak ele almakta ve onu yasamı boyunca korumayı amaçlamaktadır.
Çağdaş yaklaşıma göre tıp, koruyucu, iyileştirici ve esenlendirici (rehabilite edici) hizmetleri bir bütün olarak ele almalı ve her şeyden önce, insan sağlığına zararlı tüm etmenleri gidermeye çalışmalıdır.
Mesela bu meselelerle ilgili olarak Dünya Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu’nun bir yıllık kongresinde aldığı kararlar var.
Nüfus artışını, çevreye zarar veren teknolojileri, atık üretim ve kaynak tüketim düzeyini azaltmaya yönelik, endüstriyi kapsayan gelişim ilkeleri, teknoloji, istihdam, eğitim (özellikle kadınlar için), çocuk bakımı, aile planlama, yabancı yardım ve ticareti de içeren birleşik ulusal politikalar geliştirmeleri için teşvik etmesi,
Küresel fakirliği azaltma ve insan nüfusunun sınırlanması gibi zor sorunların, bütün fakir ve zengin ülkelerde insanlar arasında, hükümetler ve Sivil Toplum Kuruluşları arasında dayanışma ve kararlı eylem gerektirdiğini teyit etmesi gibi kararlar göze çarpıyor.

Türkiye'de nüfus cumhuriyet tarihi içinde, her 30 yılda bir ikiye katlanmıştır. Çok kısa bir zaman aralığına sığan bu artış, gerek dolaysız olarak, gerekse dolaylı biçimde, sağlıksız bir kentleşmeyi hazırlayarak, çevre sorunlarının temel demografik belirleyicisi olmuştur.
Nüfus artışına global yönden bakabileceğimiz gibi, lokal olarak da bakabiliriz. Bir bölge veya ilin nüfus artışı gibi. Burada da şüphesiz göç faktörü başta geliyor. Gerek kültürel gerek eğitsel, gerek maddi gerek düşünsel olarak kentler insanları kendine çekiyor. Köylerini kentleştiremediğimize göre gelişlerine de saygı duymak mecburiyetindeyiz.
Bir de kalkınmış ülke - gelişmekte olan ülke kavramları var. İnsanların hayallerini süsleyebilir bu gelişmiş ülkeler. Ona da saygı duymalıyız.
Dünya’daki insan toplulukların büyük bir çoğunluğu, kendi vatandaşlarına hala temiz su, sağlık tesisleri, yiyecek, barınma, iş ve sağlığı desteklemek için uygun eğitim sağlayamamaktadır.

Hızlı nüfus artışı, çok çocuklu aile ve aşırı doğurganlık terimlerinin üzerinde durduğumuzda bu üç terimin de aslında aynı olguyu betimlediğini görebiliriz. Fark ise soruna bakış açısıdır. Kadın fazla doğurduğundan aile çok çocuklu oluyor ve ülkenin nüfusu hızla artıyor. Bu nedenle nüfus sorununa sağlık açısından bakarken aşırı doğurganlık terimini kullanmak yerinde olur.
Sağlık ile aşırı doğurganlık arasındaki ilişkiye gelirsek; aşırı doğurganlık sağlığı hem doğrudan ve hem de dolaylı olarak etkilemektedir. Ailede çocuk sayısı ve doğumlar arası sürenin çocuk sağlığı üzerine etkisini gösteren çok sayıda araştırma yapılmıştır.

Aşırı doğurganlığın, özellikle sosyo-ekonomik koşulların iyi olmadığı durumlarda ana sağlığını olumsuz etkilediğine dair de çok yayın vardır.
Nüfusun hızlı artışının ekonomik gelişme üzerine olan olumsuz etkisinin sağlık üzerine de yansıması doğaldır. Gerçekten de sağlık ile ekonomik güç arasında genel bir ilişki vardır. Ancak çeşitli nedenlerle ortalamadan sapmanın çok belirgin örnekleri de vardır. Arabistan’da kişi başına gelir 7690 dolar, doğuşta beklenen yaşam süresi 53 yılken Srilanka'da kişi başına gelir 190 dolar, doğuşta beklenen yaşam süresi ise 69 yıl. Dünya Bankasının yıllık gelişme raporunda Srilanka'nın durumu şöyle açıklanıyor: "Srilanka'da beklenen yaşam süresi, eğitim düzeyi ve düşük doğurganlık, diğer fakir ülkeler ile kıyaslanırsa bir rekor olduğu görülür. Hükümet bunu son yirmi yılda milli gelirin yüzde onunu eğitim, sağlık ve beslenme programları için harcayarak sağlamıştır. Bu uygulama, bir bakımdan ekonomik büyümeyi yavaşlatmıştır. Milli geliri düşük olan diğer ülkelerde, milli gelir daha hızlı artmıştır. Ancak diğer düşük gelirli ülkelerde kişi başına düşen gelirin yüzde 1,4 artmasına karşın, Srilanka'da nüfus hızlı artmadığı için kişi başına gelirin yıllık artış hızı yüzde 2 olmuştur."

Nüfusun sağlık üzerinde etkilerine devam edersek, bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, beslenme, konut durumu, eğitim ve çevre koşulları gibi faktörlerin kişinin sağlık düzeyi üzerine etkisi vardır. Aşırı nüfus artışının da bu faktörler üzerinde olumsuz etkisi vardır. Bu nedenle de aşırı nüfus artışı, makro düzeyde bir yönüyle sağlık sorunu da olmaktadır. Nüfus artışının sağlık hizmetlerine yaptığı etki üzerinde de durmak gerekir. Bir toplumda sağlık hizmetleri düzeyi sağlık insan gücü ve tesislere bağımlıdır. Sağlık hizmetini geliştirmek için kişi başına düşen sağlık personeli ve tesis sayılarını arttırmak esastır. Aşırı nüfus artışı az gelişmiş ülkelerde bu oranların halk yararına değişmesi için yapılan çabaların verimini büyük ölçüde düşürmektedir. Dünya Sağlık Örgütünün incelemelerine göre son 20 yılda az gelişmiş ülkelerde doktor sayısı ikiye katlanmıştır. Buna karşılık, 10.000 kişiye düşen doktor sayısı 5,5 dan 7,9’a çıkabilmiştir. Bu ülkelerde nüfus artış hızı Avrupa ülkeleri düzeyinde olsaydı doktor oranı, aynı çaba sonunda 10.000 de 11 olurdu.
Bir misal de kendi ülkemizden verebiliriz. Ülkemizde 1927 yılında 3615 hasta yatağı vardı ve 3762 kişiye bir hasta yatağı düşüyordu. Bu oran 1980 yılında yatak başına 400 kişi oldu. 1927 ve 1945 yılları arasında nüfusumuzun ortalama artış hızı binde 18’di. Bu oran 1980 yılına kadar değişmese ve hastane yapımı aynı hızda sürdürülseydi; nüfusumuz 35 milyon ve yatak başına kişi sayısı 311 olacaktı.
Nüfusun sağlık üzerine etkisi, aile büyüklüğünün aile refahı üzerine olan etkisiyle de gösterilebilir. Bir ailenin refahı gelirine, paranın satın alma değerine ve ailedeki tüketici sayısına bağlıdır. Bu üç değişkenden ilk ikisinin değişmediğini ve ailede çocuk sayısının değiştiğini varsayalım. Örneğin aylık geliri 1600 YTL olan iki işçi ailesini ele alalım. Birinin 2 çocuğu diğerinin 8 çocuğu olsun. Birinci ailede kişi başına gelir 400 YTL ikinci ailede 160 YTL olacaktır. İkinci ailenin refah düzeyi ayda 640 YTL kazanan 2 çocuklu aile düzeyinde olacaktır. Bu nedenle az çocuklu ailelerin, kendi düzeylerinde olan çok çocuklu ailelere kıyasla, daha sağlıklı yaşama olanakları olacaktır.
Yıllardır aile planlaması denip duruyor. Geçenlerde başbakanımız da bir söylem de bulunmuştu.” Her aile üç çocuk yapsın “ gibi öneriler içeriyordu. Evet, aile planlaması yabana atılmaması gereken mühim bir konu.

Aile Planlamasında Doktor ve Diğer Sağlık Personeline de büyük iş düşüyor:

Aile planlamasının, her şeyden önce, bireylerin ve ailelerin sağlığını geliştirmenin bir aracı olması ve "ahlaki" sorumluluk gibi kavramlar bu büyük işin üstlenilmesindeki etkenlerden.

Doktor ve diğer sağlık personelinin hastalıkları denetim altına alıp insan ömrünü uzatmada gösterdikleri başarı, tarım toplumlarında ölümle doğum arasındaki doğal dengeyi bozmuş ve bu yoldan nüfus patlamasına neden olmuştur. Beliren dengesizliği gidermekte tek yol doğurganlığın denetim altına alınması olduğuna göre, doğurganlık denetim programlarının başarıya ulaştırılması görevi de ölümlerin kontrolünde nasıl olmuşsa yine doktor ve sağlık personeline düşer. Bu konuya da hastaları tedaviye verdikleri önem kadar önem vermek zorundadırlar. Ne yazık ki doktorların bu görevlerini benimsedikleri ve önderlik ettikleri ve sağlık personelinden oluşan ekibi bu yolda etkili bir biçimde kullandıkları söylenemez.

Doktor ve Sağlık Personelinin aile planlamasındaki görevlerini şöyle sıralayabiliriz:

* Ailelerin yetiştirebilecekleri kadar -besleyebilecekleri kadar sayıda- çocuk sahibi olma konusunda eğitilmeleri,
* Gebelikler arasında en az iki yıl aralık olabilmesi için loğusalık döneminden sonra etkin bir yöntemle korunma zorunluluğu konusunda eğitim, etkin çağdaş yöntemleri kabul etmeleri için eğitim,
* Uterus içi araç, oral ve zerk edilen kontraseptifler ve sterilizasyon yöntemleri ile korunmada klinik hizmet,
* İstenmeyen gebelikleri sona erdirme.

Tüm bunlardan sonra yazımı tatlı bir dille bitirmek istiyorum. Hani âşıkların sevdiğinden başka hiçbir şey umurunda olmaz ya. Bir ülkem aşığı da bunu şöyle dillendiriyor:

Dünya'nın nüfusu altı milyar...
Türkiye'nin nüfusu yetmiş beş milyon...
İstanbul'un nüfusu onbeş milyon...
Aydınlar nüfusu yirmi bin...
Kalbimin nüfusu bir...
Orada da sen yaşıyorsun...

KAYNAKLAR


1)Nüfus, Nüfus Hareketleri ve Göçler
Doç. Dr. Çağatay GÜLER
Zakir ÇOBANOĞLU
Birinci Baskı
Ankara -1994


2)Halk Sağlığı Açısından Ülkemizde Nüfus Artışı
Prof. Dr. Yakut Irmak ÖZDEN
İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Baskanı


3)Prof. Dr. Nusret Fieşek'in Kitaplaşmamış Yazıları – II -www.ttb.org


4)Dünya Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu’nun 28. Yıllık Toplantısı’ nda Genel Kurulca,
Kabul Edilen 94–1 No’ lu Kararı (2 Mayıs 1994)



Egemen Cengiz

Copyright © Tüm hakları saklıdır (All rights reserved)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder